e-debiyat
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

e-debiyat

İlerleyen günlerde kalan eksiklerimiz de tamamlanacaktır.. İyi çalışmalar..
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 ** Divan Edebiyatı Şairleri **

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Admin
Admin



Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 21/07/09

** Divan Edebiyatı Şairleri ** Empty
MesajKonu: ** Divan Edebiyatı Şairleri **   ** Divan Edebiyatı Şairleri ** EmptyÇarş. Tem. 22, 2009 12:52 pm

**** Embarassed *****BURDA GÖRDÜĞÜNÜZ ÜNLÜ ŞAİRLERİN HAYATLARI SAYFANIN AŞAĞISINA İNDİKÇE KARŞINIZA GELECEKTİR**** Embarassed ******


DİVAN EDEBİYATININ ÖNEMLİ ŞAİR VE YAZARLARI

HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır.

MEVLANA : XIII.yüzyılda yaşamıştır. Birkaç Türkçe beyit dışında, tüm şiirlerini Farsça ile yazan ünlü tasavvuf şairidir. Oğlu Sultan Veled de tasavvufi konuları işleyen bir şair olarak bilinir. Mesnevi, Divan-ı Kebir, Mektubat, tanınmış eserleridir.

ALİ ŞİR NEVÂİ: Çağatay lehçesinin en güzel örneklerini veren şair 15. yüzyılda yaşamıştır. Muhakemetü’l-Lugateyn adlı eserinde Türkçe’nin Farsça’dan daha üstün bir dil olduğunu savunmuştur. Hamsesi vardır. Anadolu dışında Türkçe şiir yazan ilk şairdir.

ŞEYHİ:15. yüzyılda yaşamıştır. “Harnâme” adlı eseri edebiyatımızda ilk fabl türü eser olarak bilinmektedir. Mesnevi alanında başarılı olmuştur.

SÜLEYMAN ÇELEBİ: 15. yüzyılda yaşamıştır. Hz. Muhammed için yazdığı Vesilet-ün-Necat (mevlit) adlı mesnevisiyle tanınmış bir şairdir. (İslam edebiyatında Hz. Muhammed’in hayatını anlatan eserlere SİYER denir).

FUZÛLİ: Fuzuli 16. yüzyılın en güçlü şairlerindendir. Arapça, Farsça, Türkçe divanı olan tek şairdir. Eserlerini Azeri lehçesiyle yazmıştır. Divan edebiyatının en lirik şairi olarak kabul edilmektedir. Ona göre yaşamın anlamı acı çekmekle özdeştir. Platonik bir aşk arayışı vardır. Din dışı konularda yazmakla birlikte tasavvuftan da etkilendiği bilinmektedir. Kendisine bağlanan maaşı almasında güçlük çıkaran memurları şikayet etmek için yazdığı “Şikayetnâme” adlı mektubu edebiyatımızdaki en ünlü yergilerden biridir.

Divanlarından başka bir naat olan “Su” kasidesi, Leyla vü Mecnun mesnevisi, Peygamber ailesini anlattığı Hadikat-üs-Süeda’sı Şah İsmail ile II:Bayezid’i karşılaştırdığı Beng ü Bâde’si ve tıp bilgisini sergilediği Sıhhat ve Maraz’ı en tanınmış eserleridir.

BÂKİ: Baki,16. yüzyıl şairlerindendir. Döneminde “şairler sultanı” olarak tanınmış ve saratın bütün olanaklarından yararlanmıştır. İyi bir medrese eğitimi gördüğü bilinmektedir.

Dünya nimetlerinin hepsinden yararlanma anlayışındadır. Kanuni’nin ölümü üzerine yazdığı mersiyesi çok tanınmıştır. Divanı vardır.

NÂBİ: 17. yüzyıl şairlerindendir. Divan edebiyatında didaktik şiirler yazmasıyla bir yenilik olarak kabul edilmektedir. Din, töreler ve sosyal yaşamla ilgili öğütler verir.

Nâbi’nin Divan’ından başka Hayriye, Hayrâbâd adlı iki didaktik eseri, gezi notlarını içine alan Tuhfet-ül Harameyn’i ve Münşeat adlı eserleri vardır.

NEFİ: Nefi , 17. yüzyıl şairlerindendir. Edebiyatımızdaki en ünlü kaside şairi olarak bilinir. Övgülerindeki ve yergilerindeki aşırılıklarıyla ünlüdür. Yazdığı hicviyelerindeki aşırılık boğdurulmasına neden olmuştur. Hayal gücü çok zengin olan Nefi’nin somut benzetmelerden yararlanması da belirgin bir özelliğidir. Türkçe ve Farsça divanı olan Nefi’nin ayrıca hicviyelerini topladığı Sihamı-ı Kaza adlı bir eseri de vardır.

NEDİM: 18.yüzyıl şairlerinden olan Nedim, Lale Devri’nin şairi olarak bilinir. Eserlerinde aşk, içki, zevk ve sefayı işler. “Mahallileşme akımı”nın önderi olan şairin Halk edebiyatından da etkilendiği bilinmektedir. Şiirlerinde halkın ağzından alınma deyimler olduğu gibi, halkın konuşma diline de oldukça yaklaşmıştır. Samimi ve içten bir söyleyişi olan Nedim, şarkılarıyla tanınmıştır. Divan şiirindeki klişeleri (mazmunları) bir ölçüde yıkmış olan şairin Divan’ı vardır.

ŞEYH GALİP: Divan edebiyatının 18.yüzyılda yaşamış son büyük şairidir. Galatasaray Mevlevihanesinde şeyhlik yapmıştır. Nabi’nin “Hayrâbâd”ına nazire olarak ve Mevlânâ’nın mesnevisinden etkilenerek yazdığı “Hüsn-ü Aşk” adlı meşhur mesnevisinde, tasvvuf konusundaki düşüncelerini ortaya koyar. Bu eserinde allegorik (sembolik) bir anlatım kullanan şair hayal gücünden ve masal ögelerinden de yararlanmıştır.

EVLİYA ÇELEBİ: (17.yy) Edebiyatımızda gezi türünün ilk örneklerini veren yazar, usta bir gözlemcidir. Elli yıllık bir süre içinde gezdiği yerleri konuşma diline yakın bir dille anlatmıştır. Anlatımında abartılı olmakla birlikte, Divan nesrinin kalıplarını da kırmıştır. 10 ciltlik “Seyahatnâme” adlı eseri çok tanınmıştır.

NOT: Divan edebiyatının nesir yazarı olarak tanınan diğer önemli yazarları şunlardır:

SİNAN PAŞA: (15.yy) Tazarrunâme adlı süslü nesri ile tanınır.

MERCİMEK AHMET: (15.yy) Farsça’dan çevirdiği Kabusnâme adlı eseriyle tanınır.

NAİMÂ: (17.yy) Kendi adıyla anılan (“Naima Tarihi”) adlı tarih eserinin yazarıdır.

KATİP ÇELEBİ: (17.yy) Batılıların Hacı Kalfa dedikleri yazar ve düşünürdür. Arapça, Farsça, Fransızca, Latine bilen yazarın tarih, coğrafya, matematik konularında yazılmış eserleri vardır.[td][/td]
[b]


En son Admin tarafından Perş. Tem. 23, 2009 2:04 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 3 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://e-debiyat.yetkinforum.com
buuse




Mesaj Sayısı : 15
Kayıt tarihi : 22/07/09

** Divan Edebiyatı Şairleri ** Empty
MesajKonu: HOCA DEHHANİ   ** Divan Edebiyatı Şairleri ** EmptyPerş. Tem. 23, 2009 12:26 am

Hoca Dehhani aslen Horasanlı olup, Anadolu Selçuklu sarayında yetişen divan şairi. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Horasan’da doğdu. Moğol istilası sırasında Anadolu’ya gelip yerleşti. Selçuklu Sultanı Üçüncü Alaeddin Keykubad’ın takdirini kazandı. Sultan’ın isteği üzerine Farisi olarak, 20.000 beyitlik Selçuklu Şehnamesi yazdı. Ancak eser bugün ortada yoktur. Divan edebiyatının ilk temsilcilerindendir. Gazellerinde mazmunlara açık şekilde yer verdi. Oğuz Türkçesini en zarif ve


Hoca Dehhani aslen Horasanlı olup, Anadolu Selçuklu sarayında yetişen divan şairi. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Horasan’da doğdu. Moğol istilası sırasında Anadolu’ya gelip yerleşti. Selçuklu Sultanı Üçüncü Alaeddin Keykubad’ın takdirini kazandı. Sultan’ın isteği üzerine Farisi olarak, 20.000 beyitlik Selçuklu Şehnamesi yazdı. Ancak eser bugün ortada yoktur.

Divan edebiyatının ilk temsilcilerindendir. Gazellerinde mazmunlara açık şekilde yer verdi.

Oğuz Türkçesini en zarif ve en sade şekilde kullanmıştır. Şiirleri devrine göre, Türk Edebiyatında gazel ve kaside nazım şeklinin ilk örnekleri olup, kolay anlaşılan benzetmelere yer vermiştir. Tasavvuf şiirinin hakim olduğu bir çevrede yaşamasına rağmen, şiirlerinde pek tasavvuf etkisi görülmez.

Farisi ve Türkçe şiirler yazan Dehhani, devrinin, çevresinin sosyal hayatını, ahlak, insan ve güzelliğini aksettiren ilk şairlerdendir.

Kaynak: Rehber Ansiklopedisi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
buuse




Mesaj Sayısı : 15
Kayıt tarihi : 22/07/09

** Divan Edebiyatı Şairleri ** Empty
MesajKonu: MEVLANA   ** Divan Edebiyatı Şairleri ** EmptyPerş. Tem. 23, 2009 12:29 am

Muhammed Celaleddin’dir. Mevlana ve Rumi de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasına gelen Mevlana ismi, ona, daha pek genç iken Konya’da ders okutmaya basladığı tarihlerde verilir. Bu isim sems-i Tebrizi ve Sultan Veled’den itibaren Mevlana’yı sevenlerce kullanılmış; Adeta adı yerine sembol olmuştur.
Rumi, Anadolu demektir.

Mevlana’nın, Rumi diye tanınması, geçmiş yüzyillarda Diyari Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya’da uzun müddet oturması, ömrünün büyük bir kismının orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasındandır.
Mevlana’nın doğum yeri, bugünkü Afganistan’da bulunan, eski büyük Türk kültür beldesi Belh’tir.

Mevlana’nın Doğum tarihi ise (6 Rebiu’l Evvel, 604) 30 Eylül 1207′dır. Bazı araştırmacıların tespitine göre, O’nun doğum tarihi 1182′dir.
Asil bir aileye mensup olan Mevlana’nın annesi, Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun; babaannesi, Harezmsahlar (1157 Dogu Türk Hakanlığı) hanedanından Türk prensesi, Melike-i Cihan Emetullah Sultan’dır.
Babası, Sultanü’l-Ulema (Alimlerin Sultani) ünvanı ile tanınmış, Muhammed Bahaeddin Veled; büyükbabasi, Ahmet Hatibi oglu Hüseyin Hatibi’dir. Sultânü’I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh’den ayrılmak zorunda kalmış Sultânü’I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh’den ayrılmıştır.

Sultânü’I-Ulemâ’nın ilk durağı Nişâbur olmuş burada tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmışlardır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar’ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.

Sultânü’I Ulemâ Nişabur’dan Bağdat’a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ’be’ye hareket etmiştir. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam’a uğradı. Şam’dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende’ye (Karaman) gelip Karaman’da Subaşı Emir Mûsâ’nın yaptırdıkları medreseye yerleşmişlerdir.

1222 yılında Karaman’a gelen Sultânü’/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kalmışlardır. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala’nın kızı Gevher Hatun ile Karaman’da evlenmiş bu evlilikten Mevlâna’nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu olmuştur. Yıllar sonra Gevher Hatun’u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yapmıştır. Mevlâna’nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.

Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti’nin egemenliği altında idi. Konya’da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü’I-Ulemâ Bahaeddin Veled’i Karaman’dan Konya’ya davet edip ve Konya’ya yerleşmesini istemiştir.

Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya’ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi’ni ikametlerine tahsis ettiler.

Sultânü’l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya’da vefat etmiştir. Mezar yeri olarak, Selçuklu SarayınınGül Bahçesi seçilmiştir. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı’ndaki bugünkü yerine defnolunmuştur.

Sultânü’I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna’nın çevresinde toplanmış Mevlâna’yı babasının tek varisi olarak görmüşlerdir. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi’nde vaazlar vermeye başlamıştır.

Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaşmıştır. Mevlâna Şems’de “mutlak kemâlin varlığını” cemalinde de “Tanrı nurlarını” görmüştür. Ancak beraberlikleri uzun sürmemiş Şems aniden ölmüştür.

Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü vefat etmiştir.

Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah’ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen “Şeb-i Arûs” diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

MEVLÂNA’NIN ESERLERİ

MESNEVİ
Mesnevî, klâsik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Sözlük anlamıyla “İkişer, ikişerlik” demektir. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım şekillerine Mesnevî adı verilmiştir.

Her beytin aynı vezinde fakat ayrı ayrı kafiyeli olması nedeniyle Mesnevî’de büyük bir yazma kolaylığı vardır. Bu nedenle uzun sürecek konular veya hikâyeler şiir yoluyla söylenilecekse, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevî tarzı seçilir. Bu suretle şiir, beyit beyit sürüp gider.

Mesnevî her ne kadar klâsik doğu’şiirinin bir şiir tarzı ise de “Mesnevî” denildiği zaman akla “Mevlâna’nın Mesnevî’si”gelir. Mevlâna Mesnevî’yi Çelebi Hüsameddin’in isteği üzerine yazmıştır. Kâtibi Hüsameddin Çelebi’nin söylediğine göre Mevlanâ, Mesnevî beyitlerini Meram’da gezerken,otururken, yürürken hatta semâ ederken söylermiş, Çelebi Hüsameddin de yazarmış.

Mesnevî’nin dili Farsça’dır. Halen Mevlâna Müzesi’nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunan en eski Mesnevî nüshasına göre, beyit sayısı 25618 dir.

Mesnevî’nin vezni : Fâ i lâ tün- Fâ i lâ tün – Fâ i lün’dür

Mevlâna 6 büyük cilt olan Mesnevî’sinde, tasavvufî fikir ve düşüncelerini, birbirine ulanmış hikayeler halinde anlatmaktadır.

DİVAN-I KEBİR
Dîvân, şairlerin şiirlerini topladıkları deftere denir. Dîvân-ı Kebîr “Büyük Defter” veya “Büyük Dîvân” manasına gelir. Mevlâna’nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu divandadır. Dîvân-ı Kebîr’in dili de Farsça olmakla beraber, Dîvân-ı Kebîr içinde az sayıda Arapça, Türkçe ve Rumca şiir de yar almaktadır. Dîvân-ı Kebîr 21 küçük dîvân (Bahir) ile Rubâî Dîvânı’nın bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Dîvân-ı Kebîr’in beyit adedi 40.000 i aşmaktadır. Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr’deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu dîvâna, Dîvân-ı Şems de denilmektedir. Dîvânda yer alan şiirler vezin ve kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir.

MEKTUBAT
Mevlâna’nın başta Selçuklu Hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerin.e nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen diıü ve ilmi konularda ise açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 adet mektuptur. Mevlâna bu mektuplarında, edebî mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi yazmıştır. Mektuplarında “kulunuz, bendeniz” gibi kelimelere hiç yer vermemiştir. Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa o sözlerle ve o vasıflârla hitap etmiştir.

Fİ Hİ MA Fİ H
Fîhi Mâ Fih “Onun içindeki içindedir” manasına gelmektedir.. Bu eser Mevlâna’nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled tarafından toplanması ile meydana gelmiştir. 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane’ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da temas edilmesi yönünden, bu eser aynı zamanda tarihi bir kaynak olarak da kabul edilmektedir. Eserde cennet ve cehennem, dünya ve âhiret, mürşit ve mürîd, aşk ve semâ gibi konular işlenmiştir.

MECÂLİS-İ SEB’A
(Yedi Meclis) Mecâlis-i Seb’a, adından da anlaşılacağı üzere Mevlâna’nın yedi meclisi’nin, yedi vaazı’nın not edilmesinden meydana gelmiştir. Mevlâna’nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş, ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır. Eserin düzenlemesi yapıldıktan sonra Mevlâna’nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği Hadis’lerin konuları bakımından tasnifi şöyledir :

1. Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı.
2. Suçtan kurtuluş. Akıl yolu ile gafletten uyanış.
3. İnanç’daki kudret.
4. Tövbe edip doğru yolu bulanlar Allah’ın sevgili kulları olurlar.
5. Bilginin değeri.
6. Gaflete dalış.
7. Aklın önemi.

Bu yedi meclis’de, asıl şerh edilen hadislerle beraber, 41 Hadis daha geçmektedir. Mevlâna tarafından seçilen her Hadis içtimaidir. Mevlâna yedi meclisinde her bölüme “Hamd ü sena” ve “Münacaat” ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufî görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir. Bu yol Mesnevî’nin yazılışında da aynen kullanılmıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin
Admin



Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 21/07/09

** Divan Edebiyatı Şairleri ** Empty
MesajKonu: ALİ ŞİR NEVAİ   ** Divan Edebiyatı Şairleri ** EmptyPerş. Tem. 23, 2009 1:25 pm

Ali Şir Nevai (1441 - 1501)




1441'de Herat'ta doğdu. Babası Timur'un meliklerinden Sultan Ebu Said'in veziri Kiçkine Bahşi idi. Ali Şir Nevai'nin ilk eğitimini babası verdi. Daha sonraki eğitimine Horasan ve Semerkant'ta devam etti. Sultan Hüseyin Baykara ile okul arkadaşı idi. Hatta okurken aralarında kim devlet idaresine geçerse diğerini unutmamak üzere sözleşmişlerdi.

Sultan Hüseyin Baykara, Herat'ta yönetimin başına geçince sözleştikleri gibi Ali Şir Nevai'yi aradı. Onun Semerkant'ta olduğunu öğrendi ve Maveraünnehir Meliki Ahmet Mirza'ya bir mektup yazarak Ali Şir Nevai'yi kendisine göndermesini istedi. Ali Şir Nevai, Ahmet Mirza'nin adamları tarafından Herat'a götürüldü. Sultan Baykara onu önce mühürdar yaptı daha sonra vezirlik görevine tayin etti.

Görevi sırasında bol bol kitap okumak, ilim çevreleriyle sohbet etmek ve araştırma yapmak imkanı bulan Ali Şir Nevai, bir süre sonra yaptığı işten sıkılmaya başladı. İstifasını Hüseyin Baykara'ya sunduysa da kabul edilmedi. Aksine Esterabad Valiliği'ne tayin edildi. Ali Şir Nevai, valilik görevinde fazla durmadı ve 1490 yılında ayrıldı.

Valilik görevinden ayrıldıktan sonra bilim ve sanat konularında yoğunlaşan Ali Şir Nevai, 1501 yılında doğduğu şehir olan Herat'ta vefat etti.

Şiirlerini Türkçe ve Farsça yazan Ali Şir Nevai, Arapçayı da çok iyi öğrenmişti. Meşhur ilim adamlarından Molla Cami, onun şiir arkadaşlarındandır. Kaşgarlı Mahmut'tan sonra Türk diline en büyük hizmet eden kişi olarak tanınan Ali Şir Nevai, Muhakemet-ül Lügateyn adlı kitabında Türkçe ile Farsça'yı karşılaştırarak pek çok yerde Türkçe’nin üstünlüğünü savunmuştur. Nevai, bu kitabını Türkçe’yi bırakarak eserlerini Farsça verenlere ithafen yazmıştır. Ali Şir Nevai, Türkçe yazdığı şiirlerinde Nevai, Farsça yazdığı şiirlerinde ise Fani mahlaslarını kullanmıştır.

Ali Şir Nevai'nin dördü Türkçe, biri de Farsça olmak üzere beş ayrı divanı vardır. Türkçe divanlarının genel adı Hazain-ül Maani'dir. Türkçe divanlarını, Garaibü’s-Sağir, Nevadir-üş Şebab, Bedayi-ül Vasat ve Fevaidü’l- Kiber adları altında yazmıştır.

Beş mesnevisinden meydana gelen Hamse'si ile Türk edebiyatında ilk hamse yazan Ali Şir Nevai’nin divanlarından hariç 18 ayrı eseri daha vardır.


En son Admin tarafından Perş. Tem. 23, 2009 1:59 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://e-debiyat.yetkinforum.com
Admin
Admin



Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 21/07/09

** Divan Edebiyatı Şairleri ** Empty
MesajKonu: ŞEYHİ   ** Divan Edebiyatı Şairleri ** EmptyPerş. Tem. 23, 2009 1:28 pm

Şeyhî (?-1431) Kütahya doğumlu Türk Divan edebiyatı şairi.

Asıl ismi Yusuf Sinanüddin veya Yusuf Sinan'dır. Germiyanlı Şeyhi olarak da bilinir. Orhan Gazi ve I. Murat'a vezirlik yapmış olan Sinanüddin Fakıh Yusuf Paşa ile karıştırılmamalıdır.

Şeyhi'nin doğum tarihi bilinmese de, Kütahya'da doğduğu ve çocukluğunu burada geçirdiği bilinmektedir. Bazı kaynaklarda 1371 yılında doğduğu belirtilse de bu tarihin doğruluğu ispatlanmamıştır. Bilime olan merakı ile İran'a gitmiş, burada başta tıp ve tasavvuf olmak üzere yoğun bir eğitim görmüştür. Öğrenimini tamamlayarak Anadolu'ya geri döner. Bu sıralarda Hekim Sinan olarak anılmaktadır. Bir hekim olarak ünlenen Şeyhi'nin tedavi ettiği hastalar içinde Sultan Mehmed Çelebi de vardır. Başarılı tedavi üzerine Sultan Çelebi Mehmed Şeyhi'ye Kütahya yakınlarındaki doğanlı köyünü hediye eder. Fakat Şeyhi köyde (muhtemelen köylülerce) soyulur, dövülür ve saldırıya uğrar. Bunun üzerine Harnâme (Eşekname) isimli mesneviyi yazar. Bu fabl eserde, kaderi yük taşımak olan bir eşeğin semiren öküzlere özenmesi üzerine başına gelenler mizahi ve alegorik bir dil ile hicvedilmiştir.

Hacı Bayram Veli'den fazlasıyla etkilenmiş ve onun dervişi olmuştur. II. Murat zamanında saraya çok yakın olan Şeyhi, padişahın hekimlerindendir. Bizzat padişahın isteği üzerine Hüsrev ü Şirin'in Türkçe tercümesini yazmaya başlamıştır. Bu eserini tamamlayamadan vefat etmiştir. Vefat tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, genel kanı 1431 yılında vefat ettiği üzerinedir. Mezarı Kütahya'ya 7 kilometre mesafede Dumlupınar köyünde Erenlerbaşı olarak tanınan bir ziyaret yeridir.

Şeyhi erken dönem Divan Edebiyatı şairlerindendir ve divan edebiyatının gelişmesine büyük katkısı olmuştur. Tasavvufi bir kişilik olmasına ve tasavvuf eğitimi almış olmasına rağmen eserlerinde tasavvufi öğeler bulunmamaktadır. Din dışı şiirler yazmayı tercih etmiştir.





Başlıca Eserleri [değiştir]Divan
Hüsrev ü Şirin
Harnâme
Ayrıca edebi eserlerinin yanında tıpla ilgili eserlerden kaleme almıştır:Şu şekilde.

Kenz-ül Menafi
Habnâme
Neynâme


Eserlerinden Örnek [değiştir]Gazel


ile feryâd-res gelür


Can bülbili teferrüc-i dîdâr kılmasa
Firdevs bostânı gözüne kafes gelür


Her bî-haber ne bile mahabbet safâsını
Nâ-merde aşk u derd hevâ vü heves gelür


Bilmez kimesne kaafile-i dûstdan haber
Geh geh budur kulaguma bang-ı ceres gelür


Şeyhî ko peşpeşeyi dahı şehbâzı kıl şikâr
Sîmürg-i himet olana âlem meges gelür


(Vezin: Mef’ûlü failâtü mafâilü fâilün)


En son Admin tarafından Perş. Tem. 23, 2009 1:59 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://e-debiyat.yetkinforum.com
Admin
Admin



Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 21/07/09

** Divan Edebiyatı Şairleri ** Empty
MesajKonu: FUZULİ   ** Divan Edebiyatı Şairleri ** EmptyPerş. Tem. 23, 2009 1:31 pm

Mehmed bin Süleyman Fuzûlî (d. 1483 Hillah - ö. 1556 Kerbela ya da Bağdat), Türk divan şairidir. Asıl adı Mehmet bin Süleyman'dır. Türk Bayat boyundan [1][2][3] veya Kürt[4] olduğu aktarılmaktadır. Azerice şiirini önemli ölçüde etkilemiştir.[5][6] Alevilik ve bölge Şiiliğinde[kaynak belirtilmeli] Yedi Ulu Ozan'dan biri kabul edilir.

Yaşam öyküsü [değiştir]Ailesi göçebe hayatı bırakıp günümüzdeki Irak bölgesine yerleşmiş olan Oğuzların Bayat boylarındandır. Fuzûlî; ne kadar kesin bilinmese de 1483 yılında Akkoyunlular zamanında şimdiki Irak'ta Kerbela veya Necef'de doğduğu tahmin edilir.[7]

Fuzûlî iyi bir eğitim almak için ilk önce Hillah şehirinde bir müftü olan babasından, ve daha sonra Rahmetullah adındaki bir öğretmenden eğitim görmüştür.[8] Daha sonraki öğrenimi hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte; eserlerinden islamî bilimler ve dil alanında çok iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Su Kasidesi'nin 2. beytinde; "Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem" "Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su" diyerek astronomi bilgisinin de iyi olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca hamse sahibidir.

Azerice Divanı'nın önsözünde;

“ "İlimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir" ”


demektedir.

Azerice, Arapça ve Farsça divan şiirlerini yazmıştır. Eserlerinde kullandığı dil dönemindeki divan şairlerine göre daha sade, anlaşılır bir Türkçedir. Halk deyişlerinden bolca yararlanmıştır.

Bedensel zevklerden ziyade tasavvufî bir aşk, Ehl-i Beyt'e duyulan özlem, ayrılık acısı şiirlerinin konusunu teşkil etmiştir. Duygu ve düşüncelerini çok içten ve lirik bir şekilde ifade etmeyi kolayca başarmıştır. Bu açıdan bakıldığında Türk şiirinde karşılaştırılabileceği tek şair Yunus Emre'dir. "Leyla ve Mecnun" mesnevîsi aynı konuda yazılmış (Arapça ve Farsça dahil) en iyi mesnevîlerden biridir.

İran şiirinden Hâfız, Türk şiirinden ise Nesimî ve Nevai çizgisini en başarılı şekilde kemâle erdirmiştir. Kendisinden sonra gelen bütün divan şairlerini etkilemiştir. Onun, Kerbela'da 1556 yılında içinde yaygın olan salgın bir hastalık sonucunda, veba veya kolera'dan öldüğü tahmin edilir. Şiirlerinin başkalarıyla karışmaması için gereksiz, manasız anlamına gelen fuzuli mahlasını kullanmıştır.


Seçkin eserleri [değiştir]Eserleri Azerice[9], Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde de eser veren Fuzuli'nin eserlerini şu şekilde sıralayabiliriz;


Türkçe manzum eserleri [değiştir]Divan,
Beng ü Bade (بنگ و باده; Beng ü Bâde);
444 beyitlik Türkçe mesnevi, 1956

Leyla ile Mecnun (داستان ليلى و مجنون; Dâstân-ı Leylî vü Mecnûn);
3 bin 96 beyitlik mesnevi. Bir örnek;

یا رب بلا عاشق ايله قيل آشنا منى
بر دم بلا عاشقدن ايتمه جدا منى
آز ايلمه عنایتونى اهل دردن
يعنى كه چوح بلالره قيل مبتلا منى
Yâ Rab belâ-yı ‘aşk ile kıl âşinâ meni
Bir dem belâ-yı ‘aşkdan etme cüdâ meni
Az eyleme ‘inâyetüni ehl-i derdden
Ya‘ni ki çoh belâlara kıl mübtelâ meni[10]
Risale-i Muammeyat (رسال ﻤﻌﻤيات; Risâle-i Muammeyât);
Kırk Hadis,
Su kasidesi
Hz. Ali Divanı
Şikâyetnâme (شکايت نامه; Şikâyetnâme) kafiyeli nesir türündedir;
Kanuni'nin Bağdat'ı fethinden sonra (1534) padişaha kasideler (Arapça: قصيدة, oğul qasā'id, قــصــائـد; Farsça: قصیده) sunmuştur. Padişah tarafından beğenilen kasideler karşılığında 9 akçelik maaşla ödüllendirilmiştir. Maaşını alamayınca Şikâyetnâme'yi yazmıştır. Şikâyetnâme Fuzuli'nin en önemli eserlerinden biridir.

Şikâyetnâmesinde Fuzuli şöyle der:

“ Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar.
Hüküm gösterdim faydasızdır diye mültefit olmadılar[11] ”



Türkçe mensur eserleri [değiştir]Hadikatü's-Süeda (حديقهت السعداء; Hadîkat üs-Süedâ);
Kerbela olayını anlatan düzyazı, 1837

Mektuplar

Farsça manzum eserleri [değiştir]Divan,
Enis'ül-Kalb (اﻥﻴﺲ الﻗﻠﺐ; Anîs ol-qalb);
Heft Cam (sâkinâme) (هﻔﺖ جام; Haft Jâm);
tasavvuf içerikli, 327 beyitlik Farsça mesnevi

Resale-e Muammeyat (رسال ﻤﻌﻤيات; Resâle-e Muammeyât);
Sehhat o Ma'ruz (ﺹحت و ﻡﻌﺮوض; Sehhat o Ma'ruz)

Farsça mensur eserleri [değiştir]Rind ü Zahid (رند و زاهد; Rend va Zâhed);
Risale-i Muamma

Basımları [değiştir]Hadikatü's-Süeda (1837, Kerbela olayını anlatan düzyazı)
Türkçe Divan (1838, 1958)
Sıhhat u Maraz (1940, tıp bilgileri)
Enis'ül-Kalb (1944)
Fuzuli'nin Mektupları (1948)
Terceme-i Hadis-i Erbain (1951)
Rind ü Zahid (1956)
Arapça Divan (1958)
Matlau'l İtikad (1962)
Saki name (tasavvuf içerikli mesnevisidir)
Su kasidesi
“ Ger ben ben isem nesin sen ey yâr

Ger sen sen isen neyim men-i zâr


En son Admin tarafından Perş. Tem. 23, 2009 2:00 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://e-debiyat.yetkinforum.com
Admin
Admin



Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 21/07/09

** Divan Edebiyatı Şairleri ** Empty
MesajKonu: BAKİ   ** Divan Edebiyatı Şairleri ** EmptyPerş. Tem. 23, 2009 1:34 pm

Baki

Hayatı [değiştir]1526 yılında Bursa'da doğan Bâki'nin asıl ismi Mahmud Abdülbâki'dir. Aslında fakir bir ailenin çocuğu idi, babası müezzinlik yapıyordu. Çocukluğunda saraç çıraklığı yapmıştır. Eğitime, ilme olan büyük tutkusu fark edilmeye başlanınca ailesi medreseye devam etmesine izin vermiştir, zira başlarda medreseye kaçak, ailesinden gizli gitmekteydi. Gayretleri ile iyi bir eğitim görmüş, dönemin ünlü müderrislerinden ders almıştır. Eğitimi boyunca şiire olan ilgisi giderek artmış ve güçlü kaleminin ünü de yavaşça yayılmaya başlamıştır. Eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli medreselerde müderrislik yapmıştır. Kanuni Sultan Süleyman tarafından İstanbul'a getirtilen şair hayatı boyunca çeşitli dönemlerde devlet hizmetinde bulundu, kadılık, kazaskerlik gibi makamlarda görev yaptı. Yaşlılığında Şeyhülislam olmak isteyen Baki bu makama getirilmemiş ve buna çok üzülmüştür. 1600 yılında, İstanbul'da vefat etti. Bâki Saray'a hep bir yakınlığı olmuştur. Özellikle Kanunî Sultan Süleyman ile yakın ilişkileri olmuş, padişah sık sık kendisine iltifat etmiştir. Daha sonra 2. Selim ve 3. Murat zamanlarında da hem saraydan hem halktan büyük bir itibar ve ilgi görmüştür. Vefatından önce bu kadar ilgi ve alâka gören sanatçı sayısı azdır, o ise vefat etmeden "Sultanüş'şuâra" yani "Şairlerin Sultanı" diye anılmaya başlamıştır.


Çalışmaları [değiştir]Bâki Osmanlı'nın en güçlü devirlerinden birinde yaşamıştır, bu da pekâla onun şiirlerine ve şiirlerinde kullandığı temalara yansımıştır. Aşk, yaşamanın zevki ve doğa şiirlerinin başlıca konularıdır. Her ne kadar şiirlerinde tasavvuf etkisi veya tema olarak tasavvuf bulunmasa da, tasavvufta da özel bir mahiyeti olan aşk mefhumunu sık sık konu alması itibariyle, dîvânı mutasavvıflar tarafından çok sevilir. Tekniği güçlüdür, şiirlerinde yakaladığı ahenk ve akıcılık fark yaratır. Dil kullanımında çok yeteneklidir. Şiirlerinde İstanbul Türkçesini başarıyla kullanmıştır. Ahenk ve musikiye önem vermiş;söz seçiminde titiz davranmıştır. Genellikle din dışı konuları işlemiştir. Şiirlerinin oluşturduğu tını, musiki de şiirlerinin farklı bir özelliğidir. Türk, Divan şiirinin dönemin ünlü akımları ve eserleri seviyesine ulaşmasında çok büyük katkısı olmuştur. Eserlerinden biri de Kanunî Sultan Süleyman'ın vefatı üzerine yazdığı "Mersiye-i Hazret-i Süleyman Han" isimli mersiyedir. Bu mersiye hem teknik olarak güçlü yapısı hem de ahengi ve dönemin ruhunu, özellikle edebiyat tarzını, güzel bir şekilde ifade ettiği için en ünlü mersiyelerden birisi olmuştur.


Başlıca eserleri [değiştir]Dîvân (4508 beyitlik, en önemli eseri)
Fazâ'ilü'l-Cihad
Fazâil'i-Mekke
Hadîs-i Erbain Tercümesi
Kanuni Mersiyesi


En son Admin tarafından Perş. Tem. 23, 2009 2:01 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://e-debiyat.yetkinforum.com
Admin
Admin



Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 21/07/09

** Divan Edebiyatı Şairleri ** Empty
MesajKonu: NEDİM   ** Divan Edebiyatı Şairleri ** EmptyPerş. Tem. 23, 2009 1:36 pm

Nedîm (نديم) (1681?–1730) Osmanlı'nın en meşhur divan edebiyatı şairlerinden birinin mahlası. Şöhretini Osmanlı İmparatorluğunun 1718–1730 yılları arasındaki Lale Devri'nde kazanmıştır ve yaşamı ve eserleri ile o devrin ruhunun temsilcisi olarak kabul görmektedir.


Yaşamı [değiştir]Asıl adı Ahmed (أحمد) olan Nedim Istanbul'da yaklaşık 1681'de doğdu. Babası Mehmed Efendi, Sultan İbrahim'in iktidarı esnasında kazasker (قاضسکر) görevinde bulundu. Küçük yaşlarda medrese eğitimi alan Nedîm burada Arapça ve Farsça öğrendi. Daha sonra fıkıh eğitimi aldı.

Bir şair olarak tanınma gayreti içindeki Nedim, Osmanlı Sadrazamı Ali Paşa'ya bir kaç kaside yazdı. Ama Topkapı sarayına girişini sağlayan Ali Paşa'nın halefi olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'ya yazdığı kasideler oldu. Lale Devri'nin sadrazamı olan Damat İbrahim'in himayesi altında daha sonra kendisini meşhur yapacak olan eserlerini ve yaşam tarzını ortaya koydu. Şair gerek yaşamı, gerekse şiiri ile estetik, sanat ve eğlence eğilimleri ile göze çarpan bu devrin önemli bir temsilcisi olarak kabul görmektedir. Eğlence meclislerinin sıkı bir müdavimi olan şairin alkolik olduğu ve zaman zaman esrar aldığı da düşünülmektedir.

Nedim'in Patrona Halil ayaklanması esnasında öldüğü kabul edilmekte ama bunun içeriği husunda ihtilaflar bulunmaktadır. En meşhur rivayet isyankarlardan kaçarken Beşiktaş'taki evinin çatısından düşerek öldüğü yönündedir. Diğer bir rivayette aşırı alkolden öldüğü söylenir. Bir başka rivayet ise, İbrahim Paşa ve şürekasına yapılan işkenceden ötürü dehşete kapılıp korkudan öldüğü şeklindedir.

Nedim'in mezarı Üsküdar'da bulunmaktadır.


Eserleri ve şiir anlayışı [değiştir]Günümüzde Fuzûlî ve Bâkî ile beraber Osmanlı Divan Edebiyatının en önemli üç şairinden biri olarak görülse de, bu algı ancak yakın zamanda oluşmuş ve sağlığında iken Nedim o kadar büyük takdir görmemiştir. Örneğin reîs-i şâirân (رئيس شاعران) (şairlerin reisi) ünvanı 3. Ahmet tarafından ona değil, şimdilerde daha az bilinen Osmanzâde Tâib'e verilmişti. Yaşadığı dönemde kendisinden daha meşhur olan başka şairler de vardı. Bu tanınmayışlık ile eserlerine kullandığı ve kendi zamanında oldukça alışılmadık olan üslubu arasında bir bağlantısı olabilir.

Gerek kaside'lerinde, gerekse tebrik ve kutlama amaçlı yazdığı şiirlerinde çağdaşı Divan şiirlerinde gözüken kalıp, imge ve kelime haznesini tekrarlayan Nedim, şarkı ve gazellerinde ise hem dil, hem de içerik bakımından yenilikçi bir yola girmiş gözüküyor.

Nedîm'in içerikçe en bariz yeniliği İstanbul kentini şiirlerinde açılışta (matla) kullanmasıdır. Bu mesela İstanbul'u vasıf zımnında İbrâhîm Paşa'a kasîdesinin matla beytinde görülür:

بو شهر ستنبول كه بىمشل و بهادر
بر سنگکه يكپاره عجم ملک فداءدر
Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl-ü behâdır
Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır[1]
Bu İstanbul şehri ki misli benzeri yoktur
Bir taşına bütün Acem mülkü fedadır
Üstelik, önceki şairler soyut ifadeleri çokça yüceltmesine rağmen, Nedîm şarkılarında somut ifadeler kullanmaktan, ve hatta döneminin mekân, moda ve kıyafetlerine temas etmekten geri kalmaz:

سرملى گوزلو گوزل يوزلو غزالان آنده
زر کمرلى بلى خنجرلى جوانان آنده
باخصوص آرادهم سرو خرامان آنده
نيج آقميا گوﯖل صو گبى سعدآباده
Sürmeli gözlü güzel yüzlü gazâlân anda
Zer kemerli beli hancerli cüvânân anda
Bâ-husûs aradığım serv-i hırâmân anda
Nice akmaya gönül su gibi Sa'd-âbâd'a[2]
Sürmeli gözlü güzel yüzlü gazeller onda
Altın kemerli beli hançerli civanlar onda
Hassaten aradığım salınıp giden selvi boylular onda
Niçin akmaya gönül su gibi Sa'd-âbâd'a (Kâğıthane)
Şiirlerinde genellikle zevk ve aşkı işleyen şair, devlet büyüklerine kasideler sundu. Aşk ve şarap kavramlarının sık sık geçtiği gazeller yazdı. Çağının bütün yaşantısı, bayramlar, helva sohbetleri, şehzadelerin doğuşu, düğünler, güzel yapılar onu etkiliyor, bu olaylar hiç değilse bir "tarih düşürmesine" vesile oluyordu.

Eserleri Nedim Divanı adı altında toplanmıştır. Mahallileşme akımı'nın öncüsüdür. Divan edebiyatındaki soyut sevgili ve mekanlar, Nedim'in şiirlerinde somuta dönüşür. Yani sevgilisi beşeri aşkı anlatır ve de gerçektir. Zevk, eğlence, içki şiirlerinin temelini oluşturmuştur. Soğuk ve yapmacı anlatımdan kaçınmış, anlatmak istediklerini içten bir şekilde şiirlerine dökmüştür. Bunları da daha çok gazelleriyle anlatmıştır.

Büyük şair, divan şiirinin katı kurallarına herkes gibi uysa da, bazı yenilikler yapmaktan geri durmamıştır. Bazı eserlerinde aruz yerine hece ölçüsü kullanmıştır.


En son Admin tarafından Perş. Tem. 23, 2009 2:01 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://e-debiyat.yetkinforum.com
Admin
Admin



Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 21/07/09

** Divan Edebiyatı Şairleri ** Empty
MesajKonu: ŞEYH GALİP   ** Divan Edebiyatı Şairleri ** EmptyPerş. Tem. 23, 2009 1:40 pm

Hayatı [değiştir]Mustafa Reşid Efendi babası, Emine Hatun ise annesidir. Daha çok küçük yaşlarda büyük bir kabiliyet ve başarı gösteren şair, ilköğrenimini babasından görmüş, daha sonraları dönemin ünlü şairlerinden Farsça'nın inceliklerini öğrenmiştir. Ailesinin etkisiyle Mevlâna Dergâhı'nda (Konya) çileye girdi, sonra yine ailesinin etkisiyle çilesini tamamlayamadan İstanbul'a geri döndü. İstanbul'a döndüğünde Yenikapı Mevlevihanesi'nde çilesini tamamlamıştır. Daha sonra, 1791'de Galata Mevlevihanesi Şeyhliği yapmıştır. Ansızın, 3 Ocak 1799'da, İstanbul'da ölmüştür; ölümünün nedeni bilinmemektedir. Türbesi bu mevlevihanenin bahçesindedir.


Tarzı ve Edebiyatı [değiştir]Esed ve Galip mahlaslarıyla yazdığı şiirlerini toplayarak 24 yaşında iken divanını meydana getirdi (1780). Şeyh Galip, hiç kuşkusuz Nedim'den sonraki dönemin en önemli şairlerindendir. Sembolizm benzeri bir tarzın Türk edebiyatındaki öncüsü olmuş, birçok buluşu ve yarattığı manzumlarla divan edebiyatının gelişmesinde büyük bir rol oynamış olmasına rağmen divan şiirinin geleneklerinden de kopmamıştır. Bugün Şeyh Galip'in şiirleri gösterdiği harika sembolizm ve betimlemelerle özellikle Batıda fazlasıyla beğeni toplamaktadır. Şeyh Galip'in eserlerinin en önemli yönlerinden birisi de tasavvufi temellere sahip olmasıdır. Şeyh Galip tasavvuf edebiyatı açısından çok önemli bir isimdir.

Eserleri
*Divan (Şiirler)
*Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk)



Eserlerinden Örnek

Dûzah behâr-ı hüsnüne bir gül-sitan senin
Kulzüm şirâr-ı aşkına bir katre kan senin


Bir gevherim var eşk midir dil midir desem
Peydâ benimdir ol dür-i yektâ nihan senin


Bir mihribân gûşederiz âdı mihr ü dâd
Gelmez mi subh-ı sînene ol mîhman senin


Cânan mısın belâ mısın âşub-ı can mısın
Ey bî amân gayrı elinden aman senin


Gâlib durûğ imiş tutalım va'di ol bütün
Îman getür ki dînine sığmaz yalan senin


En son Admin tarafından Perş. Tem. 23, 2009 2:02 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://e-debiyat.yetkinforum.com
Admin
Admin



Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 21/07/09

** Divan Edebiyatı Şairleri ** Empty
MesajKonu: NEFİ   ** Divan Edebiyatı Şairleri ** EmptyPerş. Tem. 23, 2009 1:42 pm

Nefi
(Hayatı - Biyografisi)

Nef’î (Ömer), (1572-1635) ünlü 17. yüzyıl Dîvân şairi. XVII. yüzyıl ve bütün Türk edebiyatının en büyük kaside şairi olarak tanınan Nef’i, bu yüzyılın başında yaşamış, kasidede gerçek bir varlık göstermiş ve gerek kendi zamanında, gerekse sonraki yüzyıllarda kaside yazan bütün şairlere etki etmiş bir şairdir.

1572 yılında Hasankale’de doğdu. Bundan dolayı devrin kaynakları Nef’i'den Erzenü’r-Rumî diye söze ederler. Babası ülkesinin etrafından Sipahi Mehmed Bey diye anılan bir kişidir.

Gerçek ismi Ömer olan Nef’î, kaynaklarda Nef’i Ömer Bey adıyla anıldığı gibi mührüne kazdırdığı beyitte de Ömer adı görülmektedir.



Daha küçük yaşlardan itibaren güçlü bir eğitim gördü. Öğrenimini Hasankale’de yapmış, sonra Erzurum’a gelerek devam ettirmiştir. Burada Fars edebiyatının ünlü eserlerini okudu, Arapça ve Farsça öğrendi. Nef’i Erzurum’da öğrenimini sürdürürken genç yaşında şiir yazmaya da başlamıştır. İlk mahlası Zarrî “zararlı”dır. 1585 Erzurum defterdarı olan Gelibolulu Müverrih Ali, şiirlerini görmüş, beğenmiş ve bu genç şaire Nef’i “nafi, yararlı” mahlasını vermiştir.

Padişah 1.Ahmed zamanında İstanbul’a geldi. Devlet hizmetine girdi ve bir süre farklı memurluklarda çalıştı. Daha sonraları 2.Osman ve 4.Murad dönemlerinde yıldızı parladı ve sarayla yakın bir ilişki kurdu. Hicviyeleri ile ünlü olan Nef’î yazdığı hicivlerle dönemin birçok isminin nefretini ve öfkesini üstüne çekti.Dönemin müftüsü Nef’i yi öven ancak içeriğinde Nef’i ye kâfir diyen bir beyit söylemiştir.Nef’i de buna karşılık olarak; “Müftü efendi bize kâfir demiş. Tutalım ben O’na diyem müselman. Lâkin varıldıktan ruz-ı mahşere, İkimiz de çıkarız orda yalan.” diyerek cevap vermiştir. Yine de uzunca bir süre 4.Murad tarafından korundu, daha sonraları 4.Murad kendisinden hiciv yazmamasını rica etti.



Her ne kadar Nef’î padişah 4.Murad’a bu konuda söz verse de, kalemini durduramayıp Vezir Bayram Paşa hakkında bir hicviye kaleme aldı. Bu hicviyesinden ötürü, 1635 yılında, sarayın odunluğunda kementle boğularak öldürüldü. Sonra cesedi İstanbul boğazı’nda denize atılmıştır.Halk arasında Nef’i efendinin ölümü hakkında şöyle bir rivayet geçmektedir: Nef’i çok iyi bir şair olduğu için infazından vazgeçilmiştir.Padişaha gönderilecek belge yazılırken Nef’i de oradadır.Belgeyi bir zenci yazmaktadır ve kâğıda mürekkep damlatır.Nef’i de bu olay üzerine “Mübarek teriniz damladı efendim” diyerek yaşama şansını kaybetmiştir.

Çalışmaları



Nef’î hiç kuşkusuz, hiciv dendiğinde Türk edebiyatında öne çıkan isimdir. Onu ölüme sürükleyen hiciv edebiyatında çok başarılı olduğu aşikâr. Hicvin yanı sıra övgü edebiyatıyla da göz doldurmuştur, bugün dîvân edebiyatının en beğenilen kasidelerinden bir çoğu onun eseridir. Yazdığı kasideler güçlü tekniği ve değişik ahenki ile fark yaratır. Zaman zaman kasidelerinde gördüğümüz aşırı süs ve abartılar bile, güzel ahenki ile sunîlikten uzak doğal bir havadadır.



Ölüm Sebebi



Nef’î’nin ölüm sebebi o zamanın sadrazamına şiir şeklinde küfür ettiği için bir kez zindana atıldı ama padişah bunu öğrenince affet dedi ve çıkarıldı sonra 1 ay sonra küfür etti ve yine zindana atıldı ve yine padişah Allah’ın sabrı üç kezdir diyerek bir kez daha affedildi ve 1 ay sonra tekrar küfür edince yine zindana atıldı ama bu sefer sadrazam gizli yapmış ve padişah Nef’i nerde die araştırırken orda olduğunu bulmuş ve son bir kere daha affetmiş Nef’io gece son bir şiir yazmış ve ondan sonra tekrar küfretmiş ve ondan sonra boğarak öldürülmüştür.Boğulmasının nedeni kan dökülerek değil de boğularak öldürülmesini istedikleri için boğularak öldürülmüştür.



Eserlerinden örnek



Tûtî-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil
Çerh ile söyleşemem âyînesi sâf değil.



Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil.



Yine endîşe bilir kadr-i dür-i güftârım
Rüzigâr ise denî dehr ise sarrâf değil.



Girdi miftâh-ı der-i genc-i ma’ânî elime
Âleme bez-i güher eylesem itlâf değil.



Levh-i mahfûz-ı suhandir dil-i pâk-i Nef’î
Tâb’-ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil.



“Tâhir efendi bize kelb demiş
İltifâtı bu sözde zâhirdir.
Mâlikîdir mezhebim zîrâ,
İ’tîkâdımca kelb tâhirdir.”



“Bana kâfir demiş müftü efendi
Tutalım ben diyem ona müselmân
Vardıkta yarın rûz-ı cezâya
İkimiz de çıkarız onda yalan”



“Benem âşık ki rüsvâlıkda tutdı şöhretim şehri
Yazanlar kıssa-i Mecnûn’u hep yabâne yazmışlar”


En son Admin tarafından Perş. Tem. 23, 2009 2:02 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://e-debiyat.yetkinforum.com
Admin
Admin



Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 21/07/09

** Divan Edebiyatı Şairleri ** Empty
MesajKonu: EVLİYA ÇELEBİ   ** Divan Edebiyatı Şairleri ** EmptyPerş. Tem. 23, 2009 1:44 pm

EVLİYA ÇELEBİ
--------------------------------------------------------------------------------

1611’de İstanbul’da doğdu. 1682’de, Mısır’dan dönerken yolda ya da İstanbul’da öldüğü sanılıyor. Asıl adı Evliya Çelebi Derviş Mehmed Zillî. Ailesi Kütahya'dan gelip saraya yerleşti. Babası sarayda kuyumcu olan Mehmet Zillî. Özel öğrenim gördü. Bir süre medresede okudu, babasından tezhip, hat ve nakış sanatlarını öğrendi. Musiki ile ilgilendi, hafız oldu. Enderuna alındı. Dayısı Melek Ahmed Paşa aracılığıyla Sultan 4'üncü Murat'ın hizmetine girdi. Gezmeye ilgisi çocukluğunda babasından ve yakınlarından dinlediği öyküler, söylenceler ve masallardan kaynaklanır. Seyahatname’nin giriş bölümünde gezi merakını bir rüyaya bağlar. Kendi anlatımınına göre, bir gece rüyasında Hazreti Muhammed’i gördü. "Şefaat ya Resulallah" diye şefaat isteyecekken, şaşırıp "Seyahat ya Resulallah" dedi. Böylece birçok ülkeyi gezme, tanıma fırsatı bulduğunu yazar. 1635’te, yani 24 yaşındaki iken önce İstanbul’u dolaşmaya, gördüklerini, duyduklarını yazmaya başladı. 1640’ta Bursa, İzmit ve Trabzon’u gezdi. 1645’te Kırım’a Bahadır Giray’ın yanına gitti. Yakınlık kurduğu kimi devlet büyükleriyle uzak yolculuklara çıktı. 1646’da Erzurum Beylerbeyi Defterdarzade Mehmed Paşa’nın muhasibi oldu. Doğu illerini, Azerbaycan’ın, Gürcistan’ın kimi bölgelerini gezdi. Gümüşhane, Tortum yörelerini dolaştı. 1648’te İstanbul’a dönerek Mustafa Paşa ile Şam’a gitti, üç yıl bölgeyi gezdi. 1651’den sonra Rumeli’yi dolaşmaya başladı, bir süre Sofya’da bulundu. 1667-1670 arasında Avusturya, Arnavutluk, Teselya, Kandiye, Gümülcine, Selanik yörelerini gezdi.

50 yıllık seyahat

Gezileri 50 yıl sürdü. Gezilerinde karşılaştığı toplumların yaşama düzenini ve özelliklerini yansıtan gözlemler yaptı. Kültürleri, günlük yaşayışları inceledi ve ünlü Seyahatname’sinde yazdı. Seyahatname’nin üslubu, Divan edebiyatı düz yazılarının tersine son derece sadedir. Dili kolayca anlaşılır. Konuşma diline yakın, akıcı bir üslup kullandı. Anlatımlarında kimi zaman mizah unsurlarına da yer verdi. Gözlemlerine, kendi düşünce ve çıkarmalarını da ekledi. Anlatımını belli bir zaman dilimiyle sınırlamadı. Seyahatname’de geçmişle gelecek, şimdiki zamanla geçmiş iç içedir. Yapısı gereği Seyahatname bir kültürel derleme niteliğindedir. İçinde, gidilen yerlerde dinlenen halk öyküleri, türküler, halk şiirleri, söylenceler, masallar, maniler, halk oyunları unsurları, giyim-kuşamla ilgili özellikler, düğün-cenaze törenleri, yerel oyunlar, inançlar, komşuluk bağlantıları, toplumsal davranışlar, sanat ve zanaat özellikleri de vardır. Ayrıca gezilen bölgelerdeki evler, cami, mescid, çeşme, han, saray, konak, hamam, kilise, manastır, kule, kale, sur, yol, havra, köprü gibi çevresel yapıları da inceler. Seyahatnamesi, yalnızca 17'nci Yüzyıl Osmanlı dünyası için değil, Kafkasya, Arap ülkeleri, Balkanlar ve Orta Avrupa bakımından da önemli bir tarihsel coğrafya-kültür haritası niteliğindedir.

ESERİ:

Seyahatname (10 cilt. İlk sekiz cilt 1898-1928, son iki cilt 1935-1938)


En son Admin tarafından Perş. Tem. 23, 2009 2:03 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://e-debiyat.yetkinforum.com
Admin
Admin



Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 21/07/09

** Divan Edebiyatı Şairleri ** Empty
MesajKonu: NABİ   ** Divan Edebiyatı Şairleri ** EmptyPerş. Tem. 23, 2009 1:47 pm

NÂBÎ


Osmanlı şâiri ve velî. İsmi Yûsuf'dur. Nâbî, evliyâlar ve enbiyâlar şehri olarak bilinen Rûha (Urfa) da 1642 (H.1052) senesinde doğdu. 1712 (H.1124) senesi Rebî'ül-evvel ayının üçünde Cumartesi günü vefât etti. Üsküdar'daki Karacaahmed kabristanlığına defnedildi. Kabri, Sultan İkinci Mahmûd ve Sultan İkinci Abdülhamîd Hân devirlerinde tâmir edildi.

Nâbî'nin yirmi beş yaşına kadar olan hayâtı hakkındaki bilgiler rivâyetlere dayanmaktadır. Çocukluğunda Arapça ve Farsça'yı, anadili Türkçe ile birlikte en iyi şekilde kaynağından öğrendi. Daha sonra Yâkûb Halîfe isimli bir Kâdirî şeyhine talebe oldu. Şeyh Yâkûb Halîfe, talebesi Yûsuf Nâbî'yi, ilk önceleri bir kuzusuna bakmakla vazifelendirdi. Kısa bir süre sonra çobanlıktan usanan Nâbî, kendi kendine nefs muhâsebesi yaptığı sırada; "Ben bu yola Hakk'ı bulmak ve Hakk'ı bulmamda rehber olması için hocama baş vurdum. Hocam benden safını bulamadı da, ders vereceği ve zikr yaptıracağı yerde, bana hep kuzusunu otlattırıyor. Bu iş ne zamâna kadar sürecek?" diye düşündü. Bu düşüncesi hocasına Allahü teâlânın izniyle mâlûm oldu. Hocası derhal Nâbî'yi yanına çağırdı. Feyz saçan gözlerini öğrencisinin gözlerine dikerek; "Senin bir talebe gibi eğitilmeye ihtiyâcın yok. Sen ilimden nasîbini doğuştan almışsın. Çobanlık yaptırarak, seni denemek istedim. Seni ilmin deryâsı olan İstanbul'a göndermek istiyorum. Gitmek ister misin?" dedi. Hiç beklemediği durum karşısında şaşıran Nâbî; "İlmi fazlası ile öğrenmiş yılların talebeleri dururken, benim gibi üç günlük bir talebenin yüzmeyi bilmeden ilim deryâsına dalması nasıl olur?" deyince, Yâkûb Halîfe; "Sâdece şöyle olur." diyerek ilim nûru gözlerini Nâbî'nin gözlerine birleştirdi. Nâbî o anda ilmin birçok mertebelerini aşarak kemâle erdi.

Yakınlarının da teşvîkiyle İstanbul'a giden Nâbî, önceleri aradığını bulamadı. O sıralarda vezir Musâhip Mustafa Paşaya;

Bir garibim cenâbına geldim,
Bir ümid ile bâbına geldim,
Kereminden zamâne sîr oldu,
Fakr devrinde bir fakîr oldu.

diyerek takdim ettiği şiiriyle dikkatleri çekti. Mustafa Paşa, onu Dîvân kâtibliğine tâyin etti. Yûsuf Nâbî, 1671 senesinde yapılanLehistan seferinde bulundu.Kameniçe'nin zaptı dolayısı ile yazdığı bir şiir, sultan tarafından beğenilerek, şehrin kapısına işlendi. Mustafa Paşanın tavsiyesiyle yazdığı Kameniçe Fetihnâmesi sâyesinde, sultânın teveccühünü kazanarak, takdir ve iltifâtına kavuştu.

1678 senesinde hac farîzasını edâ ettikten sonra İstanbul'a dönen Nâbî, Muhâsip Mustafa Paşaya kethüdâ oldu. Mustafa Paşanın vefâtına kadar yanında kaldı. Sonra Baltacı Mehmed Paşanın yanında Haleb'e gitti. Baltacı Mehmed Paşa tekrar sadrâzam olunca, İstanbul'a dönerken Nâbî'yi de berâberinde getirdi.

Nâbî, kendi isteği ile önce Darphâne eminliğine, sonra da Anadolu muhâsebeciliği ve mukâbele-i süvâri reisliğine tâyin edildi.Vazifesinden artan zamanlarında şiir ve çeşitli eserler yazdı. Nâbî Efendi, şiirlerinde iyiyi ve doğruyu vermeye çalışmıştır. O, bir düşünce ve hikmet şâiridir. Şahsî duyguları, gönül arzularını aşmış, hakîkî bir müslümanın hayâtını hem yaşamış, hem de şiirlerinde yaşatmıştır. Fânî dünyânın ahvâline aldanmamak, kimseye haksızlık, zulmetmemek, hep müşfîk, merhametli olmak, gurur ve kibirden sakınmak, şiirlerindeki nasîhatlerinden en çok rastlananlarıdır. Dili sâde, söyleyişi düzgün, rahat ve çekicidir. En güçlü şiirlerini gazel tarzında vermekle berâber, rubâî, kıta, kasîde ve mesnevî de yazmıştır.

Eserlerinden bâzıları şunlardır: 1) Türkçe "Dîvân"ı: Şiirlerinin bir kısmının toplandığı bir eserdir. Bulak'da ve İstanbul'da basılmıştır. 2) Farsça Dîvânçe, 3) Tercüme-i Hadîs-i Erba'în, 4) Hayriyye: On yedinci yüzyılın en mühim, en güzel, en ustaca, bizde ve Avrupa'da en çok tanınmış mesnevîsi olan bu eser, ahlâkî yönden Türk edebiyâtında, çocuğa hitâp eden ilk eser ünvânını kazanmıştır. Yedi yaşındaki oğlu Ebü'l-Hayr MehmedÇelebi'ye hitâb eden bir üslubla yazılmıştır. Oğluna, hayatta gitmesi gerektiği yolu göstermek, muvaffakiyetin sırlarını veİslâm ahlâkını öğretmek maksadıyla nasîhatlar vererek, her devirde hüküm süren husûsiyetleri dile getirmiştir. Nâbî'ye göre, iyi bir insan olmanın ilk şartı, her işte ve mevzûda her zaman Allahü telâyı hatırlamaktır. 5) Hayrâbâd, 6) Sûrnâme, 7) Fetih-Nâme-iKameniçe, Cool Münşeât, 9) Tuhfet-ül-Haremeyn, 10) Zeyl-i Siyer-i Veysî.

SAKIN TERK-İ EDEBDEN

Nâbî, 1678 senesinde sultandan izin alarak, hacca gitmek için yola çıktı. Hac kâfilesi Osmanlı devlet ricâlinden meydana geliyordu. Hicaz yollarında, Peygamber efendimizin aşkından dolayı, Yûsuf Nâbî hiç uyumadı. Medîne'ye yaklaştıkları bir gece, kâfiledeki bir devlet büyüğünün ayaklarını kıbleye doğru uzatarak uyuduğunu gören Nâbî, yetkiliyi uyandıracak bir sesle şu nâtı söyledi.

Sakın terk-i edebden, kûy-i mahbûb-i Hudâ'dır bu!
Nazargâh-i ilâhîdir, Makâm-ı Mustafâ'dır bu.

Habîb-i Kibriyânın hâb-gâhıdır fazîletde,
Tefevvuk-kerde-i arş-ı cenâb-ı Kibriyâ'dır bu.

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i âdem zâil,
İmâdın açdı mevcûdât dü çeşmin tûtiyâdır bu.

Felekde mâh-ı nev Bâb'üs-Selâmın sîne-çâkidir,
Bunun kandîli cevzâ Matla-ı nûr-i ziyâdır bu.

Mürâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha,
Metâf-ı kudsiyâdır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu.

Nâtın açıklaması şöyledir: "Edebi terketmekten sakın! Zîrâ burası Allahü teâlânın sevgilisi olan Peygamber efendimizin bulunduğu yerdir. Bu yer, Hak teâlânın nazar evi, Resûl-i ekremin makâmıdır. Burası Cenâb-ı Hakk'ın sevgilisinin istirahat ettikleri yerdir. Fazîlet yönünden düşünülürse, Allahü teâlânın arşının en üstündedir. Bu mübârek yerin mukaddes toprağının parlaklığından yokluk karanlıkları sona erdi. Yaradılmışlar, iki gözünü körlükten açtı. Zîrâ burası kör gözlere şifâ veren sürmedir. Gökyüzündeki yeni ay, O'nun kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Gökyüzündeki oğlak yıldızı bile O peygamberin nûrundan doğmaktadır. Ey Nâbî, bu dergâha edebin şartlarına riâyet ederek gir. Zîrâ burası, büyük meleklerin etrâfında pervâne olduğu ve peygamberlerin hürmetle eğilerek öptüğü tavaf yeridir."

O yüksek rütbeli kişi, bu mısrâların ne mânâya geldiğini anladı. Hemen ayaklarını toplayarak doğruldu ve; "Ne zaman yazdın bunu? Senden ve benden başka duyan oldu mu?" dedi. Yûsuf Nâbî de; "Daha önceden söylememiştim. Şu anda sizi bu durumda uzanmış görünce elimde olmayarak yüksek sesle söylemeye başladım. İkimizden başka bilen yok." dedi. Bu sözler üzerine o kişi, rahat bir nefes alarak; "Mâdem ki bu şiiri burada söyledin, burada kalsın. İkimizden başkası duyarsa, senin için iyi olmaz." diye ikâz etti. Yûsuf Nâbî hiç ses çıkarmadı. Kâfile yoluna devâm ederek sabah ezânına yakın Mescid-i Nebî'ye vardı. Mescid-i Nebî'deki minârelerden müezzinler Ezân-ı Muhammedî'den evvel Nâbî'nin, "Sakın terk-i edebden..." diye başlayan nâtını okuyorlardı. Nâbî ve o yüksek rütbeli kişi hayretten dona kaldılar. Sabah namazını kıldıktan sonra, Nâbî ve öbür zât namaz kıldıkları câminin müezzinini buldular. Nâbî, müezzine; "Allah aşkına,Peygamber aşkına ne olursun söyle! Ezândan önce okuduğun nâtı kimden, nereden ve nasıl öğrendin?" diye sordu. Müezzin gâyet sâkin bir şekilde şu cevâbı verdi: "Resûl-i ekrem bu geceMescid-i Nebî'deki bütün müezzinlerin rüyâsını şereflendirerek buyurdu ki: "Ümmetimden Nâbî isimli biri beni ziyârete geliyor. Bana olan aşkı her şeyin üstündedir. Bugün sabah ezânından önce, onun benim için söylediği bu şiiri okuyarak, Medîne'ye girişini kutlayın." Biz de Resûlullah efendimizin emirlerini yerine getirdik." Nâbî ağlayarak; "Sâhiden Nâbî mi dedi? O iki cihânın Peygamberi, Nâbî gibi bir zavallıyı ve günahkârı, ümmetinden saymak lütfunu gösterdi mi?" dedi. "Evet" cevâbını alınca da, sevincinden kendinden geçti.


1) Kâmûs-ul-Alâm; c.6, s.4534
2) Hayriyye
3) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1127
4) Rehber Ansiklopedisi; c.13, s.11
5) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.17, s.137
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://e-debiyat.yetkinforum.com
 
** Divan Edebiyatı Şairleri **
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» ** Tekke Edebiyatı Şairleri (Temsilcileri) **
» ** Aşık Edebiyatı Şairleri (Temsilcileri)
» ** Divan Edebiyatı Nazım Biçimleri **
» ** Divan Edebiyatı Nazım Türleri **
» ** Divan Edebiyatının Genel Özellikleri **

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
e-debiyat :: Edebiyat :: Divan Edebiyatı-
Buraya geçin: