Aşık Edebiyatı Genel Özellikleri
Halk Edebiyatı - Aşık Edebiyatı
Âşık edebiyatını, sade bir dil kullanarak şiirlerini daha çok hece vezniyle yazan ve saz çalarak yurdu dolaşan âşıkların eserleri oluşturur. Beş yüzyılı aşan bir zamandan beri Anadolu, Rumeli ve Azerbaycan'da gelişip olgunlaşan âşık edebiyatı, çoğu manzum eserlerden, bazan da nazım-nesir karışımı hikâyelerden meydana gelmiştir. Geniş halk tabakalarının dil ve duygu inceliğine, heyecanlarına cevap veren bu edebiyatın adları bilinen şairleri için genellikle "saz şairi" veya "âşık" deyimi de kullanılmaktadır.
Bir topluluk ya da zümre edebiyatı olarak kabul edilen âşıkların eserleri uzun süre halk edebiyatı içinde değerlendirilmiş ve aydınlardan pek ilgi görmemiştir. Ancak II. Meşrutiyetten sonra diğer edebiyat ve kültür meseleleri gibi halk edebiyatı da daha fazla bir ilgiyle ele alınmaya başlanmıştır.
Âşık edebiyatı hem sözlü hem yazılı kaynaklara dayanmaktadır. Sözlü kaynaklar daha çok âşıkların hafızasıdır. Yazılı kaynaklar ise ya okuma yazması olan âşıkların ya da meraklılarının cönk denilen defterlerde topladıkları şiir, hikâye ve folklorik metinlerden ibarettir. Bu edebiyatta mûsikinin de önemli bir yeri vardır. Âşıklar kendilerinden önce mevcut beste ve mûsiki üslûplarında bazan yeni makamlar, değişiklikler meydana getirdikleri gibi bazan da eski usul ve gelenekleri aynen sürdürmüşlerdir.
Âşık edebiyatı temsilcilerini düşünce şekli ve ifade özellikleri bakımından iki gruba ayırmak mümkündür. Birinci grup geniş halk kitlelerine daha yakın olmuş, ömürleri boyunca halktan kopmamışlardır. Bunlar köylülerle yeniçeri ocaklarının duygu ve düşüncelerinin temsilcisi olan âşıklardır. XVII. yüzyılın ikinci yarısından önce Karacaoğlan, Kayıkçı Kul Mustafa, Köroğlu ve Cezayir ocak şairleriyle XIX. yüzyılda Dadaloğlu bunlardan şöhretleri en yaygın olanlardır. Saz çalıp irticalen şiir söyleyen bu âşıklar şiirlerini yalnız hece vezniyle ortaya koymuşlardır. XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren görülen diğer grup ise daha çok büyük yerleşim merkezlerinde yaşamış, kendilerini devlet erkânına sevdirmiş ve birçok imtiyazlar elde etmişlerdir. Bunların en önemli temsilcileri Âşık Ömer, Gevheri ve Kâtibi'dir. Aruz bildikleri gibi belli ölçülerde tahsil de görmüşlerdir. Aralarında az sayıda saz çalamayanlar bulunsa da genellikle saz çalarlar. Bu dönemde bazı divan şairlerinin hece vezni ile şiirler yazmalarına rağmen divan edebiyatının âşık edebiyatı üzerindeki etkisi daha fazla olmuştur. Nitekim sonraki yıllarda yetişen Erzurumlu Emrah, Âşık Dertli, Bayburtlu Zihni ve Şem'î gibi saz şairlerinde bu etki açıkça görülür.Tamamen millî ve köklü bir geleneği olan âşık edebiyatı XVI. yüzyıldan başlayarak yakın zamana kadar Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenileri de etkilemiştir. Ermeni aşıklarda şiir söylemiştir.
XIX. yüzyıl, âşık edebiyatının İstanbul'da saray ve konaklara da girdiği bir devir olmuştur. Âşıkların yetişmesinde önemli bir yeri olan Yeniçeri Ocağı'nı kaldıran II. Mahmud âşıkları koruyarak saraya almıştır. II. Mahmud'dan Abdülaziz'in son zamanlarına kadar âşıkların düzenli teşkilâtı ve esnaf loncalarına benzer loncaları vardı. "Âşık fasılları"ndan hoşlanan II. Mahmud, Abdülmecid ve Abdülaziz devirlerinden sonra âşıklar ve âşık edebiyatı eski önemini kaybetmeye başlamıştır.Eserleri bilinen âşıkların sayısı şimdiye kadar ciddi bir çalışmayla belirlenmiş değildir. Fuad Köprülü ve daha sonraki araştırmacıların vardıkları sonuçlardan hareketle âşık edebiyatı mensubu 400'den fazla saz şairi ve halk hikayecisinin bulunduğunu söylemek mümkündür.
Yüzyıllara göre ilk planda hatırlanması gerekli olan saz şairleri şöyle sıralanabilir:
XV. yüzyılda dinî-mistik halk edebiyatı, yüksek zümre edebiyatından henüz ayrılmamıştır. Bu bakımdan XV. yüzyıl, XIV. yüzyılın ve Yûnus Emre geleneğinin devamı sayılır.
XVI. yüzyılda özellikle din dışı âşık edebiyatı büyük bir gelişme göstermiştir. I. Ahmed devrinde vezirlik yapmış olan Mehmed Paşa (Kul Mehmed), Bahşî, Öksüz Dede, Köroğlu, Hayalî, Kul Çulha, Çırpanlı, Armutlu, Gedâ Muslu, Oğuz Ali gibi birçok meşhur şair bu yüzyılda yetişmiştir.
XVII. yüzyılda Osmanlı ordusunun seferlerine katılan ve şiirlerinde bunun yankılan görülen şairlere "ocak şairleri" adı da verilmektedir. Kul Deveci, Tımışvarlı Âşık Hasan, Kâtibi, Kayıkçı Kul Mustafa, Âşık Gevheri, Âşık Ömer ve yetişme tarzı bakımından bunlardan ayrılan Karacaoğlan ile Ercişli Emrah bu yüzyılda yaşamışlardır.
XVIII. yüzyılda âşık edebiyatı bir önceki yüzyılın karakteriyle devam etmiş, fakat kuvvetli şahsiyetler yetişmemiştir. Başta Âşık Şem'î olmak üzere Hocaoğlu, Derviş Mûsâ, Ravzî, Kabasakal Mehmed, Levnî, Şermî, Kıymeti, Mahtûmî, Derûnî, Âşık Süleyman ve Küşâdî bu yüzyılın önemli isimleridir.Xıx yüzyılda aşık şiirini temsil edenlerden bir kısmı doğrudan doğruya Bektaşi babalarıdır.Agahi, Türabi, ve Harabi bunlardandır. Bu yüzyılda İsatnbul aşık edebiyatının gelişmesi bakımından çok müsait bir çevre olmuştur. Bunda II. Mahmud'un âşıkları korumasının payı büyüktür. Böylece âşık geleneği yeniden canlanmıştır. Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihnî, Âşık Dertli, Dadaloğlu, Kayserili Seyrânî, Deliktaşlı Ruhsatî ve Ispartalı Seyrânî gibi oldukça büyük şöhretleri olan saz şairleriyle Sümmânî, Gedâyî, Sürûrî, Nigârî, Hikmeti, Sabrî, Nuri, Celâlî, Gülzârî, Ferdî, Tıflî, Meslekî, Pinhânî, Deli Boran, Gündeşlioğlu, Beyoğlu, Nihânî, Devâmî, Bezmî. Kemâlî ve Âşık Şenlik gibi saz şairleri de bu yüzyılda yetişmiştir.
XIX. yüzyılın sonlarında, büyük yerleşim merkezleri ve özellikle İstanbul'daki kuvvetli âşık geleneği yerini bir başka geleneğe, "semai kahveleri'ne bırakmıştır. Bu kahvelerde söz sahibi olan âşıklar artık bütün imparatorluğu gezen gezginci âşıklar değildir. "Meydan şairleri" de denen bu tarzın temsilcileri semai kahvelerinde mâni, destan, koşma, divan, semai, kalenderi gibi şiirler okur ve söylerlerdi. Ramazan, bayram ve cuma geceleri semai kahvelerinde büyük toplantılar olurdu. Önce klarnet, darbuka ve zilli maşa gibi enstrümanlardan ibaret mızıka faslı yapılırdı. Alafranga bir marşla başlayan mızıka hareketli türküler, oyun havalan ve diğer çeşitli halk türküleriyle devam eder, en sonda da âşık şiirleri okunurdu. İstanbul'daki semai kahvelerinde genellikle tulumbacıteşkilâtlarına bağlı çoğu İstanbullu olan şairler bulunurdu.
XX. yüzyılda saz şiiri geleneğini devam ettiren Posoflu Müdâmî, Kağızmanlı Hıfzı, Ardanuçlu Efkârî, Bayburtlu Celâlî, Şarkışlalı Âşık Veysel, Yusufelili Huzûrî ve Ali İzzet sayılabilir